Kelime olarak “fobi”, korku manasına gelmektedir. Geniş anlamda fobi;belirli nesne, durum ya da kimseler karşısında duyulan yersiz, temelsiz, mantık dışı ancak önlenemez korku ya da önemli bir tehlike kaynağı olmayan bir nesne veya durumla karşılaşma sırasında duyulan inatçı ve aşırı korku olarak tarif edilmektedir. Kasım 1997’de Birleşik Krallık’ta hazırlanan Runneymede’in;“İslamafobi: Hepimiz İçin Bir Meydan Okuma” raporu islamofobiyi; “Müslümanlara olumsuz ve aşağılayıcı kalıplaşmış yargılar ve inançlar atfeden bir dizi kapalı görüşün daha da kötüleştirdiği İslam ve Müslümanlara karşı korku ve nefret” olarak tanımlamıştır. Dışlama, ayrımcılık ve ön yargılar/kalıplaşmış yargılar doğurmaktadır. (Kalın & Esposita, 2021)
Avrupa ve Amerika merkezinde ortaya çıkan yabancıların ve göçmenlerin kendi gündelik hayatlarına sosyal ve kültürel açıdan bir tehdit niteliğinde olduğu anlayışı resmi olarak 11 Eylül’le birlikte yükselişe geçmiştir. Bu anlayış, netice itibariyle dışlayıcı ve kutuplaştırıcı yapısıyla tarih, kimlik, din ve etnisite açısından ayrıştırmayı barındırmaktadır. Medya eliyle toplum üzerinden spekülatif söz ve davranışlar sergilenmekte ve akabinde de dışlayıcı propagandayı sürdürülebilir kılmayı amaçlamaktadırlar. “İslamofobi”,kurgulanan ve sistematikleştirilen bir olgu yerini almaktadır. Bu çerçevede 11 Eylül saldırısından hemen sonra İslam karşıtlığı özelinde bir yapılaşma ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu yapılaşma, aslı itibariyle İslam’ın hedefe konulmasının ve Müslümanların stratejik bir tehdit olarak algılanmasının perdesini aralamıştır. Netice itibariyle de İslam karşıtlığının dünya kamuoyunda meşru bir zemine oturtulma gayreti içerisine girilmiştir. “Selam” yani barış anlamına gelen İslam kelimesinin terörle ilişkilendirilmesi başlı başına gerçeğe aykırı bir durumdur. ABD’nin Irak ile Afganistan’ı işgal etme girişimleri bu yürütülen meşrulaştırmanın neticesi niteliğindedir. İslam karşıtlığıyla müşterek yapılanma olduğu iddia edilen bir diğer düşmanlaştırılma Antisemitizmdir. “Antisemitizm, çalışmalarının da gösterdiği gibi, kelimelerin etimolojik kökeni her zaman o kelimenin tam kapsamlı manasına ya da nasıl kullanıldığına işaret etmemektedir. Bu durum İslamofobi çalışmaları için de geçerlidir. İslamofobi, (gerçek ya da uydurulmuş) bir günah keçisi ilan ederek iktidar alanı inşa etmek, genişletmek ve bu durumu istikrarlı hale getirmek isteyen dominant gruplar tarafından kullanılmaktadır. Bu dominant gruplar ilan ettikleri bu günah keçisini yine kendilerinin inşa ettiği “biz” tanımının dışında bırakmakta ve kendilerinin yararlandığı kaynaklardan ve haklardan mahrum bırakmaktadır. İslamofobi sabit ve negatif değerler atfedilmiş ve tüm Müslümanlar için genellenmiş bir “Müslüman” kimliği inşa ederek Müslümanları ötekileştirmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus İslamofobinin bize Müslümanlar ve İslam’dan daha çok İslamofobik şahıslar hakkında bilgi verdiği gerçeğidir. En son olarak şunu belirtmek gerekir ki Müslümanların ya da İslam dininin makul bir şekilde eleştirilmesi ile Müslümanlara yönelik nefret söylemleri üreten İslamofobik tutumlar birbirinden net bir şekilde ayrılmalıdır.” (Bayraklı & Hafez, 2016)
Bir çatışma dili olarak üretilen İslamofobi olgusunun tarihi kökleri Haçlı Seferleri’nin de öncesine, İslam’ın ilk yayılış dönemlerinde Hristiyanlarla olan temaslarına kadar gitmektedir. İlk dönem Doğu ve Batı Hristiyanlarının İslam algısı, bugün hâlâ hâkim olan ama 19. ve 20. yüzyıllarda sekülerize edilmiş İslam algısının prototipi şeklindedir. İslam’ın ve Müslümanların değişime kapalı, batılı değerlerle uyuşmayan, irrasyonel ve cinsiyet ayrımcı telakki edilmesi, Müslüman zihnin akılcılıktan yoksunluğu, İslam’ın özü gereği şiddeti yücelttiği temaları, Müslümanlığın ilk dönemlerine kadar gitmektedir. Ancak Batı ve/veya Hristiyan dünyasında her daim statik ve hep olumsuz İslam algısı ve imajının hâkim olduğunu iddia etmek de doğru değildir. Olumsuz bakışın yanı sıra olumlu bakışın da var olduğu uzun dönemler de olmuştur. Dolayısıyla, “Müslümanlar ile diğerleri arasındaki kaçınılmaz ilişki biçimi çatışmadır”. iddiası gerçekçi değildir. Üstelik tarihi verilerin bu iddiayı desteklemediği, bunun İslamofobik çevrelerin iddiası olduğu açıktır. (Baştürk, 2015)
İslamofobi düşüncesi dünyanın önemli bir kısmını (Müslümanları) hedef alan bir girişimdir. ABD’nin Afganistan ile Irak’ı işgal girişimleri; din, kimlik ve etnisite farklılıklarıyla heterojen yapıya sahip dünyamızı tek tipleştirerek homojen bir yapıya dönüştürme amacıyla hareket edildiğinin somut örnekleridir. Batı bu durumu kolay sahiplenmiş ve içselleştirmiştir. Nitekim üstten bakan tavrı itibariyle benimsemesi Batı için kolay bir durumdur. Batı merkezci tavır, Batı dışı toplumlarında aynı zaviyeden bakmakta olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. “Müslümanlar bütünüyle reddedilmese bile, ‘yabancı’, ‘farklı’ ve ‘normal olmayan’ vatandaşlar kategorisinde yeni dünya düzeninde bir yerlere konumlandırılması gereken ‘özel nüfus’ olarak algılandırıldılar.” (Tekin, 2017)
İslam ile dolayısıyla da Müslümanları bir tehdit olarak tanımlayan “İslamofobi”, ABD’nin Yüzyılı Projesine alan açan ve küresel siyasette işgal girişimlerine ve müdahalelerine meşru bir zemin kazandırılması 11 Eylül ile mümkün kılınmıştır. İslam’ın ve Müslümanların varlığı Batı özelinde bir tehdit olarak nitelendiren bir takım elitist entelektüellerin yorumları 11 Eylül sonrası için Amerika’nın dış politikasında etkili olmuştur.
11 Eylül Öncesi Küresel Tehdit
II’inci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ilişkiler iki kutuplu bir seyir halindeydi. Savaş sonrasında dünya, politik anlamda ABD’nin başını çektiği kapitalist devletler bloğu ile Sovyet Rusya’nın başını çektiği komünist devletler bloğu şeklinde ikiye ayrıldı. Bu andan itibaren uluslararası mücadelenin yeni adı Soğuk Savaş, düşman ise Komünizm ve onun temsilcisi ise Sovyet Rusya’ydı. 1947 yılında ABD Başkanı Truman tarafından başlatılan komünizm ile mücadele, ABD’nin etkisi altında başta Avrupa olmak üzere hemen bütün dünyada kısa sürede ülkelerin iç politikalarının en önemli konusu haline geldi.(TUNA KOCAOĞLU, 2020) Uluslararası alanda da ülkelerin dış politikalarında belirleyici unsur konumunu alan komünizm, küresel bir tehdit niteliğindeydi. Kapitalist devletler ile komünist devletler bloklarında ayırt edici en önemli husus iktisadi alanlardaydı. Toplumların dini, dili, kimliği ve etnisitelerinde ayrım söz konusu dahi değildi. Bloklar içinde yüksek düzeyde ekonomik ve siyasal işbirlikleri yapılmıştır.
Sovyetlerin Afganistan’ı İşgali
Sovyetlerin Afganistan’ı işgali üzerine Afgan halkı cihat sürecini ilk etapta Abdullah Azzam tarafından yönetmiştir. Dünyanın dört bir tarafından cihat için Afganistan’a binlerce kişi Afgan yerel mücahitlerle birlikte kamplarda eğitim ve doktrinasyon sürecinden geçerek bizzat sıcak çatışmalarda yer almışlardır. Sovyetlerin Afganistan’dan çekilme kararı almasıyla beraber cihat neticesinin zaferle sonuçlandığına kanaat getirmişlerdir. Ayrıca bu dönemdeki Afgan cihadı hem ABD ve Batı ülkeleri hem de Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri tarafından aşırı düzeyde desteklenen bir süreç olmuştur.
Afgan cihadı başladığı yıllarda Usame bin Ladin aslında Suudi Arabistan’daki resmi Vehhabi görüşe tabi olan ve Suudi ailesiyle de iyi ilişkiler içinde olan bir işadamıdır. Ayrıca cihada katılması bizzat Suudi ailesinin teşviki ile gerçekleşmiş, Suudi Arabistan’ın izlediği politikanın sahada tatbik eden en önemli kişilerden biri olmuştur. Suudilerin ABD ile olan iyi ilişkilerinden dolayı Usame bin Ladin o dönemde ABD basını tarafından da özgürlük savaşçısı olarak yüceltilmiş ve müttefik olarak görülmüştür.
Gerek ABD’nin gerekse de Avrupai devletlerin bir cihat oluşumuna desteği aslı itibariyle komünizmin şiddetli bir tehlike olması hasebiyle gerçekleşmiştir. Sovyetlerin yıkılışıyla beraber tek kutuplu yapıya bürünen dünyada, mücadele edilmesi gereken küresel nitelikte bir düşmana ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaç 11 Eylül sonrasında netleşerek meşrulaştı, o da İslamofobi olmuş oldu.
11 Eylül Sonrası İslamofobi’nin Şiddetlenmesi
Tarihsel açıdan dünya kamuoyunda güç sahibi elitlerin olaylar neticesinde algılar oluşturmada başarılı olmuşlardır. 11 Eylül ve sonrası için bu durumun en somut örneği olarak da karşımıza çıkmaktadır. Karalama ve kötüleme açısından bir nevi şiddete maruz kalan Müslümanlar, öteki olmayı kabul etmeseler de gücün temsilcilerine karşı yekvücutta mücadele edememektedir. El-Kaide’nin üstlendiği 11 Eylül 2001 tarihindeki Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yapılan intihar saldırıları dünya tarihini derinden etkilemiş ve uluslararası ilişkilerin gidişatını değiştirmiştir. 11 Eylül saldırısına ABD ile Avrupai devletlerin yapmış olduğu en önemli ve dikkat çekici analizlerin İslam karşıtlığı noktasında ortak paydada buluşulduğunu görmekteyiz. Daha evvelden Soğuk Savaş öncesi ve sonrası olarak 1990’ların başı, uluslararası ilişkileri betimlemede en fazla kullanılan kavram iken 11 Eylül 2001 tarihi, Soğuk Savaş’ın bitimi (1991) konseptinin de üzerine oturarak yakın tarihin en önemli dönüm noktası ve konsepti haline gelmiştir. 11 Eylül saldırısı sadece Irak Afganistan işgallerini değil, etkisi on yıllar hatta yüz yıllar sürecek İslamofobi’yi güçlendirdi. (İslamofobi’nin Taşyıcı Kolonu: 11 Eylül, 2017) 11 Eylül sonrası Jacques Derrida’nın; “burada stratejileri ve iktidar ilişkilerini görmek zorundayız. Hâkim güç, şartlara uygun yorumu ve terminolojiyi yerel ve dünya çapında meşrulaştırmayı veya hukukileştirmeyi başaran odaktır” (Devetak, 2017) İslam düşmanlığı özelinde sergilenen bu düşünce ve söylemler aydınlanma sonrası ortaya çıkan rasyonalist kibrin tezahürüdür. Modern seküler dünyanın zıttı olarak İslam’a ve Müslümanlara saldırıp Batı rasyonalizmini küllerinden yeniden doğurmaya çalışan bir zihniyettir.
Sovyetler Birliğinin dağılmasının akabinde Batı özelinde komünizmin yerine İslam ve Müslümanlar düşman ilan edilmişlerdir. Soğuk savaş sonrası uluslararası siyasette yok olan düşmanın yeri 11 Eylül saldırısı ile dolduruldu. (Barnett, 2005) İslam’ı korku objesi haline getirecek söylem 11 Eylül terör saldırılarıyla vücut bulmuştur. 11 Eylül 2001 ikiz kule terör trajedisi de kültürler ve medeniyetler savaşının politik kazanç olarak kullanımına bir örnek olduğunu yakın tarih gösterecektir. (Tarhan, 2015) . Jeopolitik yorumcu Barnett, 11 Eylül saldırılarıyla ABD’nin eski güç çıkarlarını korumak ve Pentagonun yeni haritaları için, soğuk savaş sonrası tanımlanan çevreleme stratejisi yerine postmodern jeopolitik yöntemlerle küresel askeri operasyonlara stratejik bir kılıf hazırlandığına dikkat çeker. Dünyayı yeniden şekillendiren bu postmodern yeni dönemin kimliği henüz belirlenmemekle beraber oldukça tartışmalıdır. “Tek kutupluluk”, “küreselleşme”, “terörizm”, “önleme”, “postfordizm” veya “neo-liberalizm” kavramları yanında “yeni saldırı ve sömürgecilik”, “digital devrim”, “siber güvenlik” ve “çok kutupluluktan” bahsedilebilir. (Barnett, 2005)
Sonuç
Düşmanlığı sıradanlaştırdığınızda ve ayrımcılığı içselleştirildiğinizde, tüm siyasi anlayışlar buna göre tesis edilir, kanunlar öyle yorumlanır ve toplumsal algılar ona göre şekillenir. Toplu yanlışlıklar, sıradan ve normal bir durummuş gibi lanse edilir. İslam düşmanlığı da yürütülen algı operasyonları neticesinde bir normalleştirmenin gerçekleştiği ortadadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve komünizmin Batı için bir tehlike olmaktan çıkması ile birlikte, Batılı güçler yayılmacı ve müdahaleci politikalarını meşrulaştırmak amacıyla yeni bir düşmana ihtiyaç duydular. Eski düşmanının yerine yeni bir düşman arayışı girişimleri Müslümanları hedef haline getirdi. Böylece yavaş yavaş gelişen Müslümanların ötekileştirilmesi, akabinde 1990’lı yıllarda İslamofobi olarak adlandırılan Müslümanlara karşı bir hareketin gelişmesine olanak sağladı. Avrupa Birliği ülkelerinde yapılan araştırmalar ve kamuoyu yoklamaları bu ülkelerde yaşayan Müslümanlara karşı ayırımcılık, dışlama, nefret ve saldırıların sürekli artmakta olduğunu göstermektedir. Bu karşıtlık, 11 Eylül 2001’de ikiz kulelere yapılan saldırılar ve bu saldırıları müteakiben İspanya, Londra, Paris, Brüksel, Berlin ve Manchester gibi Avrupa başkentlerinde gerçekleşen saldırıların ardından endişe verici boyutlara ulaştı. Bu saldırıların ardından popülerlik kazanarak gittikçe daha fazla tartışılmaya başlanan İslamofobi kavramı; İslam ve Müslümanlara karşı rasyonel olmayan bir tür kuşku, korku, kin, nefret ve düşmanlık besleme anlamında kullanılmaktadır. (Aktaş, 2014) 11 Eylül itibariyle dünya kamuoyunda şiddetlenen ve meşrulaştırılan İslam ve Müslüman karşıtlığı çok ileri boyutlara ulaşmıştır. Kutsal mekânlara saldırıların arttığı gibi gündelik yaşamda dini ritüelleri yerine getiren Müslümanlara karşı kin ve nefret söylemi gittikçe artmaktadır. Özgürlüğüne ve insan haklarının hiçe sayılmasını öngören anlayışlar sadece söylem boyutunda kalmayıp, fiili olarak saldırgan tavır sergilenmektedir. Bunların yanı sıra İŞİD, DAEŞ yahut El-Kaide gibi terör örgütlerinin İslam ile bütünleşik olmadığını Müslümanların gerek davranışlarıyla gerekse de söylemleriyle fikri mücadeleye sımsıkı ve güçlü bir şekilde sarılmalıdır. Uluslararası haber ajansları vasıtasıyla kara propaganda hedefinde olan Müslümanlar, bu durumu içselleştirmeden medeniyetlerine sahip çıkarak ve meşru yöntemlerle mücadeleye devam etmelidir.
Kaynakça
- AKTAŞ, M. (2014). Avrupa’da Yükselen İslamofobi ve Medeniyetler Çatışması Tezi. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, 31-54.
- Barnett, T. P. (2005). Pentagon’un Yeni Haritası: 21. Yüzyılda Savaş ve Barış. 1001 Kitap.
- BAŞTÜRK, L. (2015, Ocak 31). Dünya Bülteni. İslamofobi DÜBAM’da masaya yatırıldı: https://www.dunyabulteni.net/dubam/islamofobi-dubamda-masaya-yatirildi-h321092.html adresinden alındı
- BAYRAKLI, E., & HAFEZ, F. (2016). European Islamophobia Report 2015. SETA.
- DAĞ, A. (2014). Ölümcül Şiddet ve Baudrillard’ın Düşüncesi. İstanbul: Külliyat Yayınları.
- Devetak, R. (2017). Post Yapısalcılık. C. R.-S. Andrew Linklater içinde, Uluslararası İlişkiler Teorileri (s. 254-255). İstanbul: Küre Yayınları.
- İslamofobi’nin Taşyıcı Kolonu: 11 Eylül. (2017, Eylül 11). European Islamophobia Report: https://www.islamophobiaeurope.com/tr/islamofobinin-tasiyici-kolonu-11-eylul/ adresinden alındı
- KALIN, İ., & ESPOSITA, J. L. (2021). İslamofobi. İstanbul: İnsan Yayınları.
- ÖZTÜRK, S. (2019). Küresel Terör Örgütü el-Kaide’nin Gelişimi ve Ön Plana Çıkan Liderleri Bağlamında “Cihad” Anlayışının Geçirdiği Değişimler. Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, 167-196.
- Tarhan, N. (2015). Şiddetin Psikososyopolitik Boyutu. C. T. Ejder Okumuş içinde, Şiddet Karşısında İslam (s. 127). İstanbul: DİB.
- TEKİN, A. R. (2017). Postmodernizm Perspektifinden 11 Eylül ve İslamofobi: Üretilen Korkunun Temelleri. Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 97-121.
- TUNA KOCAOĞLU, C. (2020). Soğuk Savaş Yıllarında Türkiye’de Komünizm Karşıtı. Düşünce ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi, 33-51.