Ana Sayfa Blog

İslamofobik Olaylar: Müslüman Karşıtı Politikalar ve Saldırılar

İslamofobik Olaylar serimizin 3.sü ile karşınızdayız. Bu serimizde islamofobik olayların en çok eyleme dönüştüğü “Avrupa’da Müslüman Karşıtı Politikalar ve Saldırılar” konusuna değineceğiz.

Avrupa’da son yıllarda özellikle Fransa ve Almanya gibi ülkelerde Müslümanlara karşı artan ayrımcılık ve saldırılar, insan hakları ve toplumsal barış açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Özellikle bu iki ülkedeki ayrımcı politikalar ve saldırılar ile Müslüman toplulukların yaşam haklarını ihlal etmektedir.

Fransa, laiklik prensibini sıkı bir şekilde uygulayan bir ülke olarak, kamu alanlarında dini sembollerin kullanılmasını yasaklayan kanunları ile tanınmaktadır. Bu bağlamda, özellikle başörtüsü yasağı, Müslüman kadınların dini inançlarını ifade etme özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Okullarda, devlet dairelerinde ve diğer kamu alanlarında başörtüsü takılması yasaklanmış olup, bu durum Müslüman kadınların eğitim ve istihdam gibi temel haklarına erişimini zorlaştırmaktadır.

İsviçre’de 2009 yılında yapılan bir referandum sonucunda, cami minarelerinin inşası yasaklanmıştır. Bu yasa, Müslüman toplulukların ibadet yerlerini inşa etme ve dini sembollerini kamusal alanda ifade etme özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Minare yasağı, İslamofobik eğilimlerin bir yansıması olarak, Müslüman toplulukların toplum içinde marjinalleşmesine katkıda bulunmaktadır.

Almanya’da camilere yönelik saldırılar endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Cami kundaklamaları, Vandalizm ve tehditler, Müslüman toplulukların güvenlik endişelerini artırmaktadır. Bu saldırılar, yalnızca dini mekânlara zarar vermekle kalmamakta, aynı zamanda Müslümanların toplumsal yaşamlarına da doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır.

Fransa ve Almanya’da göçmen karşıtı ve İslam karşıtı siyasi söylemler, Müslümanlara yönelik ayrımcılığı körüklemektedir. Popülist siyasi liderler ve aşırı sağ partiler, Müslümanları hedef alan nefret dolu söylemleri ile toplumda korku ve önyargıların artmasına neden olmaktadır. Bu durum, Müslüman toplulukların sosyal entegrasyonunu zorlaştırmakta ve toplumsal barışı tehdit etmektedir. Ancak bu zorlu süreçte, Avrupa’daki Müslüman topluluklar ve onları destekleyen sivil toplum örgütleri, insan hakları savunucuları ve vicdan sahibi bireyler, ayrımcılığa ve nefret suçlarına karşı güçlü bir şekilde mücadele etmektedir. Toplumsal dayanışma ve birlikte hareket etme, bu zorlukların üstesinden gelmek için kritik öneme sahiptir.

Gelecekte, hoşgörü, eğitim ve adaletin güçlendirilmesi, Müslümanlara yönelik ayrımcılığı azaltmada kilit rol oynayacaktır. Avrupa ülkeleri, ayrımcılığı önleyici politikalar geliştirmeli ve toplumsal diyalogu teşvik etmelidir. Bu şekilde, farklılıkların kabul gördüğü ve herkesin eşit haklara sahip olduğu bir toplum inşa edilebilir.

Müslümanlara yönelik ayrımcılık ve İslamofobi, demokratik değerlerin ve insan haklarının ihlalidir. Birlikte çalışarak, hoşgörü ve adaleti yayarak bu sorunu sona erdirebiliriz. Müslüman topluluklarla dayanışma içinde olduğumuzu ve ayrımcılığa karşı birlikte mücadele ettiğimizi göstermek için hepimize görev düşmektedir.

İslamofobik Olaylar: ABD’de Müslümanlara Yönelik Ayrımcılık

İslamofobik Olaylar serimizin 2.si ile karşınızdayız. Bu serimizde islamofobik olayların en çok tetiklendiği ABD’de Müslümanlara Yönelik Ayrımcılık konusunu ele alacağız.

11 Eylül 2001 saldırıları, ABD’de Müslümanlara karşı derin ve uzun süreli etkiler yaratan bir dönüm noktası oldu. Bu saldırılar sonrasında, Müslüman topluluklar geniş çapta hedef haline geldi ve toplum içindeki algıları büyük ölçüde etkiledi.

Özellikle 2017-2021 yılları arasında Donald Trump döneminde, Müslüman ülkelere seyahat yasakları getirilmesi, Müslümanlara yönelik ayrımcılığı ve İslamofobi’yi artırdı. Bu politikalar, toplum içinde Müslümanların potansiyel terörist olarak görülmesini teşvik etti ve Müslüman Amerikalıların günlük yaşamlarında karşılaştıkları zorlukları artırdı.

ABD’de Müslümanlara yönelik ayrımcılık, iş yerlerinde, okullarda ve kamu alanlarında yaygınlaştı. Müslümanlar işe alım süreçlerinde ayrımcılıkla karşılaştı, okullarda çocuklarına yönelik ayrımcılık ve haksız muamelelerle karşılaştı. Ayrıca, toplumsal etkileşimlerde ve günlük yaşamda Müslümanlara karşı artan önyargı ve negatif algılar gözlendi.

Ancak bu zorlu süreçte, ABD’deki Müslüman topluluklar ve destek verenler, dayanışma içinde bir araya gelerek güçlü bir direniş gösterdiler. Sivil toplum örgütleri, insan hakları savunucuları ve dini liderler, İslamofobi’ye karşı seslerini yükseltti ve adalet arayışında önemli rol oynadı. Eğitim kampanyaları, hukuk mücadeleleri ve toplumda bilinç oluşturma çalışmaları bu süreçte büyük önem kazandı.

Gelecekte, hoşgörü, eğitim ve adaletin güçlendirilmesi, Müslümanlara yönelik ayrımcılığı azaltmada kritik bir rol oynayacak. Toplum liderleri ve siyasi karar vericiler, ayrımcılığı önleyici politikaları desteklemeli ve toplumsal değişim için öncülük etmelidir. Ayrıca, toplumsal farkındalık artırma ve kültürel anlayışı güçlendirme çabaları da devam etmelidir.

Müslümanlara yönelik ayrımcılık ve İslamofobi, demokratik değerlerin ve eşitlik ilkesinin zedelendiği bir toplum için kabul edilemez bir durumdur. Birlikte çalışarak, hoşgörü ve adaleti yayarak bu sorunu sona erdirebiliriz. Müslüman topluluklarla dayanışma içinde olduğumuzu ve ayrımcılığa karşı birlikte mücadele ettiğimizi göstermek için sessiz kalmayalım.

İslamofobik Olaylar: Christchurch Camii Saldırısı

Bugün modern tarihin en büyük İslamofobik terör saldırılarından biri olarak kabul edilen Christchurch Camii’ne yapılan saldırıların detaylarını, saldırganın motivasyonlarını, küresel tepkileri ve saldırının ardından alınan önlemleri inceleyeceğiz. İslamofobik olaylar serimizin ilk çalışmasına hoş geldiniz!

Tarihler 15 Mart 2019’u gösterdiğinde Yeni Zelanda’nın Christchurch şehrinde iki camiye silahlı saldırılar yapıldı. Bu saldırılar 51 kişinin hayatını kaybetmesine ve birçok kişinin yaralanmasına neden oldu. 15 Mart, dünya tarihine kara bir gün olarak geçti.

28 yaşında bir Avustralyalı olan Brenton Tarrant saldırıyı tek başına düzenledi. Bir Cuma namazı sırasında Al Noor Camii ve Linwood İslam Merkezi’ne ağır silahlarla saldırdığı bu saldırıyı sosyal medya üzerinden canlı yayınlayarak dünya çapında bir dehşet dalgası yarattı. Al Noor Camii’nde 42, Linwood İslam Merkezi’nde ise 7 kişi hayatını kaybetti. Yaralılar arasında birçok kişi ağır şekilde yaralanmıştı. Bu saldırılar, Yeni Zelanda’nın tarihindeki en ölümcül terör saldırıları olarak kaydedildi.

Brenton Tarrant, saldırıdan önce internette bir manifesto yayımladı. Bu manifestoda, kendisini beyaz üstünlüğünü savunan bir haçlı olarak tanımladı ve Müslümanlara karşı nefret dolu söylemlerde bulundu. Tarrant, 2011 Norveç saldırısını düzenleyen Anders Behring Breivik ve diğer aşırı sağcı teröristlerden ilham aldığını belirtti. Manifestosunda, göçmen karşıtı ve İslamofobik görüşlerini açıkça ifade eden Tarrant, saldırıyı “istilacıları” durdurmak için gerçekleştirdiğini iddia etti.

Saldırı, dünya genelinde büyük bir infial yarattı. Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, saldırıyı “terörist saldırı” olarak nitelendirdi ve Müslüman topluluğa destek mesajları verdi. Ardern, saldırının ardından siyah başörtüsü takarak Müslüman topluluklarla dayanışma içinde olduğunu gösterdi. Dünya liderleri, bu saldırıyı kınayarak Müslüman topluluklarla dayanışma içinde olduklarını ifade ettiler. Birçok ülkede protestolar düzenlendi ve Müslümanlara destek gösterileri yapıldı.

Yeni Zelanda hükümeti, saldırının ardından hızlı bir şekilde harekete geçerek silah yasalarında ciddi reformlar yaptı. Yarı otomatik silahların satışı yasaklandı ve mevcut silahların iadesi için bir program başlatıldı. Dönemin Yeni Zelanda Başbakanı olan Jacinda Ardern, ülkede hoşgörü ve birlik mesajları vererek toplumun iyileşmesine katkıda bulundu. Yeni Zelanda’da gerçekleştirilen anma törenleri ve dayanışma etkinlikleri, toplumun saldırıya karşı bir araya gelme çabasını yansıttı.

Saldırıda hayatını kaybedenlerin ve hayatta kalanların hikayeleri, bu trajedinin insan boyutunu gözler önüne seriyor. Mağdurların aileleri ve hayatta kalanlar, topluluklarının desteğiyle iyileşmeye çalışıyor. Bu insanlar, hem saldırının acısını hem de dayanışmanın gücünü yaşadılar. Saldırının ardından, hayatta kalanların birçoğu fiziksel ve psikolojik yaraların üstesinden gelmeye çalışırken, dünya genelinde Müslüman topluluklarla dayanışma mesajları gönderildi.

Christchurch saldırıları, İslamofobiye karşı küresel bir mücadele başlatılmasında ön ayak oldu. Eğitim kampanyaları ve bilinçlendirme çalışmaları, İslamofobik nefretin önlenmesinde önemli bir rol oynuyor. Toplum liderleri ve organizasyonlar, hoşgörü ve anlayışı teşvik etmek için çalışıyor. Bu trajik olay, bizlere hoşgörünün ve birliğin önemini bir kez daha hatırlattı. İslamofobiye karşı birlikte mücadele ederek, daha adil ve barışçıl bir dünya yaratabiliriz.

Yeni Zelanda’nın tarihin en korkunç İslamofobik saldırısına karşı aldığı hızlı ve kararlı önlemler, diğer ülkeler için de örnek teşkil ederek kriz yönetimi başarıyla kayıtlara geçti. Saldırıda hayatını kaybedenleri saygıyla anarken, Müslüman topluluklarla dayanışma içinde olmanın ve nefret söylemlerine karşı durmanın önemini bir kez daha vurguluyoruz.

Kitap İncelemesi: Askeri Tarih Nedir?

Stephen Morillo ve Michael F. Pavkovic tarafından telif edilmiş ve dilimize Kemal Özdil tarafından tercüme edilmiş alanında kıymetli bir eserdir. Yazarlarına bakacak olursak eserin akademik düşünsel hayatımıza katkısını anlamamız çok güç olmayacaktır. Stephen Morillo, Dünya Tarihi, Ortaçağ Tarihi ve askeri tarih alanlarında uzmanlık kazanmıştır. Özellikle 10. ve 18. yüzyılları kapsayan, savaş ve savaşçı elitleri üstüne yaptığı tarihsel çalışmalarıyla öne çıkar. Michael F. Pavkovic, İlkçağ, Erken Modern Dönem ve Napolyon Dönemlerinin askeri tarihi konusunda tarihsel çalışmaları mevcuttur. Eskiçağdan Yakınçağa askeri tarih alanında çalışmaları mevcut yazarlarımızın bize sunduğu bilgiler çerçevesinde geniş bir perspektifle “Askeri Tarihe” bakmamız iktiza eder.

Eser altı bölümden oluşmaktadır. Askeri tarihin yazımından günümüze kadar var olan problemlere, farklı bakış açılarına, tarihe yardımcı bilim dallarına, büyük uygarlıklara, savaş pratikleriyle ilgili literatüre yer vererek okurlar için, bu alanın aslında var olan olgulara ve neden-sonuç ilişkisine sağlam bir temel oluşturmaktadır. Birçok önemli kaynak kullanarak ve yazarların konuyla ilgili düşünce ve çalışmalarını metin içinde vererek sağlam bir tartışma dolayısıyla tezler ve antitezler oluşturulmaktadır. Bunu yaparken akıcı ve akademik bir dil kullanılıyor.

Tarih araştırmaları ve yazımı, her alanda şimdiyi anlamlandırma, yönlendirme ve şekillendirme çabası güden insanlar için vazgeçilmez birer unsurdurlar. Tarihsel yazımın başladığı en eski alanlardan biridir askeri tarih. Nitekim askeri tarih alanına olan merak bu alandaki müstakil eserlerin doğmasına sebep olmuştur. Tıpkı incelediğimiz “Askeri Tarih Nedir?” kitabı gibi. Sadece duyulan bu merak bir perspektif çizmemekle beraber yeni yollar, yeni çıkarımlar ve yeni tezler ortaya koymak için ihtiyaç duyulan güdüleri tetikler. Nedenler ve sonuçlar insan aklını kurcalayan zehirler gibidir ve bu zehirler bizi tarihi araştırmalara götürür. Tarih araştırmaları çeşitli gruplara hitap ediyor ve aynı çeşitliliği askeri tarihe meraklı yazarlarda/okurlarda da görmek pek tabidir. Askeri Tarih Nedir? kitabı bu çeşitliliği ve bu çeşitliliğin sebeplerini mantıksal bir çerçevede okurlara sunmaktadır. Askeri tarihi araştırıp yazmanın bir nevi ‘savaşı meşrulaştırmak ve desteklemekle’ eş değer gören bakış açılarına karşı başlatılmış güçlü bir polemikle, aslında günümüz ordu-savaş alt yapısı geçmişle bağdaştırılarak okura sunulmaktadır. Askeri tarihin pratik kullanımı günümüzde askeri faaliyetlere yön veren sivil toplum örgütleri ve profesyonel askeri personel için önemli ve yadsınamaz niteliktedir. Tarihin hiçbir alanında buna askeri tarih de dahil tam bir nesnellikten bahsedilemez bu farklı bakış açıları yeni sorularla meydana gelmektedir. Farklı bakış açılarıyla kapsamlı ve anlamlandırılabilir bir tarih bütünü oluşturulmaktadır. Fakat bu farklı bakış açıları daha derinlemesine bir perspektif oluşturmaya bizi iterken bir grup, bunların sadece bir görüşten ibaret olduğunu öne atarak işin içinden çıkmaya çalışıyor. Bizleri ilgilendiren akademik boyutlu “Askeri Tarih Nedir?” bu varsayımlarla işe başlayıp somut veriler sunarak aslında bunların sadece bir görüşten ibaret olmadığını kanıtlar niteliktedir. İncelediğimiz kitap yeni başlayanlar için bir başlangıç kitabı yahut askeri tarih ne için önemlidir, kim için yazılmıştır, amaçları, nedenleri ve sonuçlarıyla yol haritası oluşturmayı hedeflemiştir. Kitapta beni etkileyen ve üzen şeyler mevcut bunlara örnek verecek olursam; Avrupa merkezli bir anlatımın olması beni üzen bir husustur. Çünkü derin bir tarihe ev sahipliği yapmış bir coğrafyada yaşamanın gerekliliklerini yerine getiremiyor oluşumuz, bize miras bırakılan emsalsiz tarihe ve değerlerine sahip çıkamıyor oluşumuz ve bu konudaki yetersizliğimiz tekrar bir tokat gibi çarptı yüzüme. Kitapta etkileyici olan yön ise askeri tarihi, Roma’dan Jül Sezar ile başlayarak, Ortaçağ Avrupası’ndan Çine, Bizans’tan İslam’a kadar geniş bir perspektif çizerek anlatıma başlamasıdır. Homeros’un İlyada Destanı gibi en eski tarih anlatılarında gizlenen askeri tarihten “askeri devrime” kadar günümüz güncel tartışmalara uzanarak, büyük kahramanlıklara dayalı eski savaş anlatılarının karşısına savaş meydanı gerisinde halkın gündelik yaşamını, lojistiğini, erken dönemlerden günümüze kadınların savaşlardaki rolünü ve askerlerin anılarını çıkarıp günümüzle örtüştürmeye çalışıyor. Kitabın bize kattığı en temel bilgi ise savaşın siyaset temelli olarak düşünülmemesi gerektiğidir. Siyasetle ilgisi yok sayılamaz ancak çok boyutlu olduğunu yani ekonomi, iktisat, sosyoloji, kültürel, dinsel sebeplerle siyasetin körüklendiğini tartışıyor. Savaş olgusunu daha geniş çaplı düşünerek gerçek ya da gerçeğe en yakın sonuçla karşılaşırız. İncelediğim eserin alanında en iyilerin arasında saymak yani klasikleşmiş bir yapıt olarak görmekte haksız olmadığımı eseri okuduğunuz zaman daha iyi anlayacaksınız.

Orta Doğu’nun Kültür Madeni İran: Tebriz ve Tahran

Gezi Yazısı: Orta Doğu’nun Kültür Madeni İran: Tebriz ve Tahran

Üç semâvî dinin kalbi Orta Doğu’nun, hem kültürel hem de jeopolitik anlamda merkezlerinden birisi olan, medeniyetler beşiği ve köprüsü sıfatlarına haiz İran, öteden beri hem hakiki seyyahların hem de yola âşık nice efradın uğrak yeri olmuştur. Biz de üç arkadaş, seyyahlığa soyunarak, kadim Acem diyarını keşif yoluna düştük. Günümüzde; güncel siyasi olaylar, dinî çekişmeler, ulusal ve uluslararası medyanın birtakım cambazlıkları sebebiyle uzun yıllardan beri adı pek hoş anılmayan İran’ın üstünü adeta bir toz bulutu kaplamış durumda. Dışarıdan bakıldığında bu toz bulutu ülkenin içerisindeki doğal güzellikleri, kültürel canlılığı ve beşerî zenginliği de örter vaziyette. Hâliyle İran dendiğinde akla ilk gelen manzara ve oluşan algı pek müspet sayılmaz. Fakat İran, siyasi konjonktürü bir kenara bıraktığımızda, bu negatif algıyı yıkabilecek potansiyele zannımca fazlasıyla sahip. Bu yazıda, İran seyahatim sırasında yaptığım naçizane gözlemlerimi ve edindiğim tecrübeleri okuyucuyu tarihî malumata boğmadan kısaca aktarmaya ve mezkûr potansiyeli gün yüzüne çıkarmaya çalışacağım.

 

© acikpencere.com
© acikpencere.com

Yüz ölçümü açısından Türkiye’nin yaklaşık iki buçuk katı olan İran’a varmak için üç seçenekten birisi ve bizce en heyecanlısı olan kara yolunu tercih ettik. İran ile kara yolu bağlantısına sahip dört tane şehrimiz bulunuyor: Ağrı, Van, Hakkari ve Iğdır. Bunlar arasında en yaygın kullanılanı ise Van’da bulunan Kapıköy sınır kapısı. Biz de bu kapıya ulaşmak amacıyla İstanbul’dan uçakla gittiğimiz Van’da bir gün misafir olup, hâlihazırda gelmişken tarihî şehrin kalesini, Edremit’in seyir tepesini, yapımından asırlar geçmiş birkaç eski camiyi ziyaret ettik. Esasen İran seyahatine başlamadan önce, her ne kadar siyasi sınırlar itibarıyla birbirlerinden ayrılsalar da, ülkemizin Doğu şehirlerinden başlayarak İran’a varmak coğrafyanın bütünlüğünü kavramak açısından faydalı olacaktır. Direkt olarak İran kültürünün içerisine kendinizi atmaktan ziyade bölgeler arası kültürel geçişi de gözlemlemek hiç şüphesiz ki farklı bir bakış açısı sunacaktır.

 

Van’ın merkezindeki birçok turizm şirketi sınır kapısına ve dahi direkt olarak Tebriz ve Urmiye gibi İran şehirlerine seferler düzenliyor. Bu seferler çift taraflı olarak, özellikle yaz aylarında yoğun bir şekilde gerçekleşiyor. Bahar ve yaz aylarında İranlılar âdeta Türkiye’ye akın ediyor. Bu yoğun hareketlilik Van’ın şehir merkezinde de çok rahat bir şekilde fark edilebiliyor.

Hülasa, biz de bahsettiğim şirketlerden bir tanesi ile Kapıkule sınır kapısına ulaşarak ülkemizden ayrıldık ve İran’ın Râzi sınır kapısından da geçerek İran topraklarına ilk adımımızı atmış olduk. Vakit kaybetmeyerek sınır kapısının hemen önünde bulunan taksiler aracılığıyla en yakın şehir konumundaki Hoy’a doğru yola çıktık. Niyetimiz Hoy şehrinden İran Azerilerinin merkezi ve Doğu Azerbaycan Eyaletinin başkenti olan Tebriz şehrine geçmekti. Yaklaşık bir saatlik taksi yolculuğu sonrasında İran’daki ilk durağımız olan Hoy’a ulaştık. 

Burası ilk bakışta ufak, sakin ve sıradan bir İran şehri gibi gözüküyor fakat tarihi geçmişi İslamiyet öncesi dönemlere kadar gitmekte olan kadîm bir şehirdir. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim Han’ın gerçekleştirdiği İran Seferi’nin ana muharebelerinden birisi olan Çaldıran Savaşı da Hoy şehrinin kuzeydoğusunda kalan Çaldıran Ovası’nda gerçekleşmiştir. Hoy’daki şaşırdığım durumlardan bir tanesi Şems-i Tebrîzî’nin burada bir türbesinin bulunması. Malum, ülkemizde de Konya’da Şems-i Tebrîzî’ye ait olduğuna inanılan bir türbe bulunmakta. Fakat Batı Azerbaycan Kültürel Mirasları Koruma Kurumu diğer türbeleri reddediyor ve tarihî belgeler ile sabit olduğunu da iddia ederek esas türbenin Hoy’da bulunduğunu ifade ediyor. Elbette bizim gönlümüz Konya’dan yana :). 

Hoy şehrinde çok vaktimizi harcamadan otogardan biletlerimizi alıp Tebriz’e doğru yola çıktık. Bu yolculuk İran’daki şehirler arası ulaşım noktasında ilk deneyimimizdi. Otobüs ve trenler pek lüks ve modern olmasalar da kesinlikle konfor konusunda bizden geçer notu aldılar. Otobüs koltukları ülkemize göre daha geniş ve diğer koltuklar ile olan mesafe ciddi derecede daha fazlaydı. Üç saat sonra ulaştığımız Tebriz için heyecanlıydık. Geçmişi milattan önce altı binlere kadar uzanan; Sâsâniler, Emeviler, Abbasiler, Hazar Türkleri, Selçuklular, Moğollar, Safeviler ve Osmanlılar gibi nice büyük devletin ve imparatorluğun hâkim olduğu; Ebû Ca‘fer el-Mansûr, Hârûnürreşîd, Tuğrul Bey, Celâleddin Hârizmşah, Hülagu Han ve Hz. Ömer komutasındaki Mugīre b. Şu‘be gibi de nice haşmetli komutanın ayak bastığı; “Tebrîzî” nisbesiyle nice büyük âlimin yetiştiği; Marco Polo, İbnü’l-Esîr, Evliya Çelebi gibi seyyahların ziyaretgâhı olan bir diyardan bahsediyoruz. Heyecanlanmamak elbette ki elde değildi. Nitekim buralara geliş amacımız sözünü ettiğim toz bulutunun altındaki bu cevherleri hissetmekti. 

Açıkçası Tebriz’de çok fazla yabancılık çekmedik. Bunun en büyük sebebi hâlen Türkçe ile rahat bir şekilde iletişim kurabiliyor olmamız ve halkın misafirperverliğiydi diye düşünüyorum. Gerek bindiğimiz taksilerdeki hoş sohbetler gerekse esnafın ve halkın bize karşı sıcak ve samimi ilgisi kendimizi yabancı hissetmememize ve de ülkeye daha kolay adapte olmamıza yardımcı oldu. Türk olduğumuzu duyan insanlar -özellikle taksiciler bizim ile Türk dizilerini, ülkemizdeki siyasi olayları, ekonomik koşulları, Erdoğan hakkındaki düşüncelerimizi ve genel olarak Türkiye ile alakalı mevzuları konuşmak istiyorlar ve aramızda samimi sohbetler gerçekleşiyordu. Birçok işimizi de yine halkın yardımı ve yol göstermesiyle hallettik. Bunlardan bir tanesi de döviz bozdurma meselesi. 

İran’da her ne kadar döviz büroları bulunsa da -ki bunların sayısı çok fazla değil para bozdurma işlemleri sokaklarda, özellikle belirli cadde ve köşelerde, ellerinde çanta ile bekleyen veyahut direkt olarak para tomarlarıyla gezen kişiler, yani bir nevi “ayaklı dövizciler” aracılığı ile gerçekleşiyor. Hiç âşina olmadığımız bu durum ilk başta güvenilir gelmedi elbette. Bize elinde deste deste parayla gezen her dövizci bir dolandırıcı gibi gözüküyordu. Ne söyledikleri kur fiyatlarına ne de verdikleri paralara güvenebiliyorduk. Pazarlık yapmaya çalıştığımız anda fiyatlarda yaptıkları oynama ve tahfifler bizi iyice işkillendiriyordu. O anda kurun neye tekabül ettiği konusunda söylediklerine de pek güvenemiyorduk ki zaten hâlihazırda Türkiye’deki resmi rakamlardan çok aşağı teklifler sunuyorlardı. Dahası resmiyette İran Riyali olarak geçen para birimi halk içerisinde tümene ya da toman olarak isimlendirdikleri bir birime dönüşmüştü. Riyaldeki sıfırları atarak tümen olarak isimlendiriyorlar ve tabiri caizse riyalin esamesi dahi okunmuyordu. Gelmeden önce bu durumdan haberdardık elbette fakat iş pratiğe gelince ilk adımda biraz tökezledik denilebilir. İran ekonomisine alışmamız biraz zaman alacaktı. Öyle ya da böyle paramızı bozdurup bir süreliğine, dolandırıcı görünümlü dövizci abiler ile olan münasebetimize ara verdik ve gezimize devam ettik. 

© acikpencere.com
© acikpencere.com

Para meselesini de hallettikten sonra gelelim her şeyden önce bir ticaret merkezi olmasıyla bilinen Tebriz’e. Bu kadim şehir, özellikle İpek ve Baharat Yolu üzerinde bulunması hasebiyle asırlar boyu kervansarayların uğrak noktalarından birisi olarak önemini sürdürmüş. Günümüzde de bu ticari işlevini kapalı çarşısı ile kısmen devam ettiriyor. Burası tüm kollarıyla toplam 7 kilometre uzunluğunda, 24 kervansaraya sahip olan ve dünyanın en büyük kapalı çarşısı unvanıyla da UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne dâhil edilmiş bir ticari mekân. Pazarın içerisine girdiğiniz anda o ticari hareketliliği hissediyorsunuz. Büyüklüğüyle de adeta üstü kapalı bir mahalle izlenimi veriyor. Dört bir yana giden insan selinin içerisinde, mekânın da yabancısı olarak nereye gideceğimizi bilmez bir vaziyette rastgele sokaklarını dolanmaya başladık. Pazar, ülkemizdeki pazarlarda da olduğu gibi, ürünlere göre bölge bölge ayrılmış. Ancak her ne kadar hareketlilik fazla olsa da halkın alım gücünün zayıf olduğunun altını çizmek lazım. Özellikle pandemi ve onu takip eden süreçte enflasyon ciddi oranda artmış durumda. Uzun lafın kısası, duyumlar doğru: halk için petrol haricinde her şey pahalı. 

© acikpencere.com
© acikpencere.com

Ertesi günün Cuma olması dolayısıyla farklı bir gün bizleri bekliyordu. İran’da, Şiiler içerisinde bir cuma namazı kılma tecrübesi merak uyandıran bir düşünceydi. Ülkenin genelinde Türkiye ile kıyaslayınca ilk başta şöyle bir farklılık mevcut: Cuma namazları her camide kılınmıyor. Her şehirde “Musallâ Câmii” olarak isimlendirilen ve sadece cuma namazları için kullanılan bir cami bulunuyor. Tebriz’in de şehir merkezinde gayet büyük fakat içi konferans salonunu andıran bir cami mevcut. Mezkûr camiye cuma vaktinden epey evvel gittik fakat içeriye çantamız ile giremeyeceğimizi, eşyalarımızı emanete bırakmamız gerektiğini söylediler. Meğer tüm büyük camilerde ücretsiz bir emanet odası varmış. İşimize geldi, koşar adım gidip çantalarımızdan kurtulduk ve hatta çantaları camide bırakarak cuma vaktine kadar gezinmek için dışarıya çıktık. Cuma günü resmi tatil olduğu için sokaklar da epey canlıydı. Şehir içerisinde bulunan küçüklü büyüklü muhtelif camilere uğradık. Açıkçası şehirde gezilip görülecek çok fazla bir yer yok. Görülmesi gereken mekânlar konusunda kapalı çarşı haricinde, yine çarşıya bağlı bir yapı olduğu düşünülen ve bir Büyük Selçuklu eseri olan Tebriz Cuma Mescidi’ni ve inşâsına Karakoyunlu Cihan Şah döneminde başlansa da ölümü dolayısıyla Akkoyunlular tarafından tamamlanan Gök Mescit’i zikretmek istiyorum. Kanaatimce Tebriz’in başlıca görülmesi gereken üç mekânı bunlardır. 

Cuma namazında gözlemlediklerim ile alakalı olarak itikadi meselelere ve mezhepsel münakaşalara girmeden sadece gördüklerimi aktarmakla yetineceğim. İlk olarak, camiye girdiğinizde alışık olduğunuz cami tasarımından uzak bir mekana girdiğinizi fark ediyorsunuz. İnce, uzun ve bir konferans salonunu andıran caminin kıble duvarının sağında ve solunda başta devrim lideri Ayetullah Humeyni ve mevcut dini önder Ayetullah Hamaney olmak üzere farklı siyasi şahsiyetlerin fotoğrafları mevcut. Mihrabın hemen üstünde de bir kürsü bulunuyor. Namaza birkaç saat kala başlayan konuşmalar da bu kürsüye çıkan muhtelif kişiler tarafından yapılıyor. 

Kürsüye çıkanların neredeyse tamamı siyasi meseleleri ihtiva eden konuşmalar yaptılar. Amerika, İsrail, Ermenistan ve Türkiye’ye dair çeşitli söylemlerde bulundular. En ön saflarda askerî üniformalı, kalabalık denilebilecek bir grup yapılan konuşmaları hararetli bir şekilde dinleyerek zaman zaman coşkulu tezahüratlarda bulunuyorlardı. Namaz konusunda da malum, farklılıklar mevcut. Dışarıdan bakıldığında göze ilk çarpan fark Şiilerin alınlarını “Kerbela Taşı” olarak isimlendirilen küçük taşlara alınlarını dayayarak secde etmesi ve namaz sırasında ellerini bağlamaması olsa gerek. Yine namaz içerisindeki muhtelif fiillerde de farklarımız var fakat ben devamını sizin merakınıza ve araştırmanıza tevdi ederek bu kadarını aktarmayı kâfi görüyorum. 

Tebriz’de bulunan İmam Humeyni Caddesi şehri doğu ve batı olarak ikiye bölen bir şerit işlevi görür. Bu caddenin bir ucunda Tahran’a giden ana yol yer alırken diğer ucunda şehrin tren garı bulunur. Biz de Cuma namazının ardından şehirden ayrılmak üzere tren garına doğru yola çıktık. Hedefimiz ülkenin başkenti ve metropolü olan Tahran’a varmaktı.

© acikpencere.com
© acikpencere.com

Tebriz-Tahran arasında ray hattının bulunmasından dolayı tren ile gitmeyi tercih ettik. Önümüzde yaklaşık on üç saatlik bir tren yolculuğu vardı. Trendeki konfor düzeyi kanaatimce otobüsten çok daha iyi. Dört kişilik yataklı odalarda, çay ve yemek servisi imkânıyla birlikte otobüsten de ucuza bir yolculuk fırsatı sunuyor. Ayrıca ülkemizde alışık olmadığımız diğer bir durum ise trenlerin namaz saatlerinde mola veriyor olması. Şiilerin üç vakit camiye gitmelerinden dolayı tren de üç namaz vaktine uygun olarak çeşitli istasyonlarda namaz arası veriyor. Bu ara istasyonlar bizde olduğu gibi market, hediyelik eşya, yemek alanlarından ziyade yalnızca mescit ve tuvalet içeriyor. Neredeyse sadece namaz kılmaya münasip bir şekilde inşa edilmiş.

© acikpencere.com
© acikpencere.com

Geceyi trende geçirdikten sonra, on üç saatin ardından başkente vardık. Başşehir Tahran, İran halkının yaklaşık %15’inin yaşadığı, takriben 10 milyon insanın bulunduğu büyük bir şehir. Aslında Tahran, eski başkent Rey’in yakınında ufak bir kasabaydı. 13. yüzyılda Moğolların Rey şehrini yağmalaması sonucu halk bugünkü Tahran’ın bulunduğu bölgeye taşınarak buranın hem ekonomik hem de kültürel gelişimini sağladı. Ayrıca şehir, 18. yüzyılda Kaçar Hanedanlığı’nın başkenti haline geldikten sonra da ciddi bir nüfus artışı yaşadı ve zaman içerisinde günümüzdeki seviyesine ulaştı. Nitekim şehre iner inmez ilk göze çarpan durum da bu kalabalık insan popülasyonu oluyor. Bu izdihama bir de korkunç seviyedeki araba ve motosiklet kalabalığı eklenince şehir insanı iyice bunaltıyor. Her yerde inanılmaz bir keşmekeş mevcut. Trafik kurallarından da söz etmek mümkün değil. İstanbul’da benzer manzaralara az çok alışığız diyerek çok şaşırmayacağımızı düşünmüştüm fakat durum çok daha vahim. Özellikle motosiklet kalabalığı insanı hayrete düşürüyor. Kaldırımlardaki motor sayısını görünce insan bir motosiklet pazarının ortasındaymış hissine kapılıyor.

Taşıt kalabalığına dair resmi kaynaklara baktığımızda, Tahran Belediyesi Çevre ve Sürdürülebilir Gelişim Ofisi’nin verilerine göre Tahran’ın kaldırabileceği taşıt sayısı 700 bin civarıyken bu rakam şu an 5 milyona ulaşmış durumda. Son olarak bir acı gerçek, Unicef’in söylediğine göre İran’da trafik kazaları sonucunda her sene 28 bin insan hayatını kaybediyormuş. Bu sayı, 2021 yılında TÜİK tarafından açıklanan verilere göre ülkemizde 5 bin civarındadır. Dolayısıyla taşıt yoğunluğunu ve trafiğin korkunç ahvâlini resmî veriler gayet net bir şekilde açıklamaktadır. 

Tahran bizi her anlamda yormaya başlamıştı bile. Birçok kişinin İran’ın güzelliklerini görmek istiyorsanız Tahran’da çok vaktinizi harcamayın tavsiyesini şu an daha iyi anlayabiliyorduk. Ancak elbette Tahran’ın İran’ı tanımak noktasında önemli bir uğrak yeri olduğunu da biliyorduk. Niyetimiz birkaç gün burada kalmak ve sonrasında medreseler başkenti Kum şehrine doğru yol almaktı. İlk durağımız Malek Ulusal Müzesi ve Kütüphanesi oldu. Burası İran’ın ilk özel müzesi unvanını taşıyan, içerisinde enfes el yazma eserler ve nispeten geniş bir para koleksiyonu barındıran bir müze. Zengin tâcir Hacı Hüseyin Ağa Malek’in hususi girişimleri ile kurulmuş. Malek, İran tarihinin son iki asrında etkin olan bir tüccar ailenin vârisi olarak özellikle memleketi Tahran’a muhtelif hizmetlerde bulunmuş. Kanaatimce en büyük hizmeti de sözünü ettiğim milli kütüphane ve müzedir. Ayrıca İran’da camilere dahi parayla girmemize rağmen bu güzel müzeyi ücretsiz bir şekilde ziyaret edebilmek bizi oldukça memnun etti. Özellikle, günümüzde dahi hâlâ okunan kült eserlerin nadir bulunan orijinal nüshalarını; Hülagu Han, Tuğrul Bey, Şahruh, Timur, Uzun Hasan, Sultan Alparslan ve daha birçok hükümdarın döneminde basılan sikkeleri; âdeta bir ressam edasıyla dokunan muntazam İran halılarını görmek için bu müzeye uğramanızı tavsiye ederim. 

Müzenin ardından şehir merkezinde bulunan İmam Humeyni Camii’ni ziyaret ettik. Kot farkından dolayı yol hizasından biraz aşağıda olan camiye merdiven ile iniliyor. Caminin ana meydanından önce sizi yeşil, ferah ve havuzlu ufak bir avlu karşılıyor. Bu avlu dahi dışarıdaki hengâmeye nazaran bir cennet mesabesinde. Caminin ana meydanı ise yine havuzlu ve genişçe bir avlu. Klasik İran mimarisinin ana özelliklerini taşıyan cami esasen Kaçar Hanedanlığı döneminde inşa edilmiş. Sultan veyahut Şah Cami olan orijinal adı 1979 İslam Devrimi’nden sonra Humeyni Cami (İmam Cami de deniliyor) olarak değiştirilmiş. 

© acikpencere.com
© acikpencere.com

Caminin ardından Tahran’ın, hatta İran’ın sembollerinden Âzâdî (Özgürlük) Meydanı ve kulesine gitmek üzere metroya bindik. Gişelerden tek binişlik biletler alarak metroyu kullanabiliyorsunuz. Tahran’da genel olarak her şeyin pahalı olmasından dolayı toplu taşıma kullanmak daha mantıklı. Tebriz’e nazaran yemek ve taksi fiyatları ciddi derecede pahalı. Metro ağları da şehir içi ulaşım için gayet yeterli olunca bu yol en mantıklı seçenek haline geliyor. Metro istasyonları gayet modern ve düzenli. İstanbul’daki metrolardan aşağı kalır bir yanı yok. Fakat şöyle bir fark var ki: Kadınlar ve erkeklerin metroya biniş yerleri, metro istasyonunda kadınların bekleme alanları ve metro içerisinde yolculuk ettikleri bölümler farklı. Ancak kadın ve erkekler tamamen birbirlerinden ayrı bir şekilde yolculuk etmiyorlar. Birlikte yolculuk edebildikleri alanlar da var. Azâdî Meydanı fiziki olarak bomboş görünen bir meydan izlenimi verse de sembolik açıdan İran için önemli bir mekândır. Meydanın ortasında, meydan ile aynı isme sahip bir kule bulunmaktadır. Sembol, meydandan ziyade bu kuledir. 1971 yılında, Pers İmparatorluğu’nun 2500. senesine binaen inşa edilen kule, zaman içerisinde İran halkının en değer verdiği yapılardan biri haline gelmiştir. Meydan, ülkede gerçekleşen birçok toplumsal/siyasi olaya da sahne olmuştur ve halen olmaktadır. Örneğin Rıza Şah Pehlevi zamanında yönetime karşı vuku bulan ayaklanmalar ve keza günümüzde de devrim iktidarına karşı yapılan eylemler burada gerçekleşir. Aslında meydanın ve kulenin adı Şahyâd (Shahyaad) idi. Fakat devrimden sonra eski rejime dair herhangi bir ibârenin, özellikle şah gibi bir kelimenin kullanılması mümkün değildi. Neticede, yeni rejim ile beraber yeni bir isim geldi:  zâdî.

Tahran’daki bu ilk günümüzde bir İranlı tanıdığımızın evinde misafir olacağımız için hava çok fazla kararmadan eve gitme kararı aldık. İran seyahatimizde bize birçok kapı açan Couchsurfing uygulaması üzerinden bulduğumuz ev sahibi bizim ile gayet güzel ilgilendi. Beraber Tahran’ın sokak lezzetlerini tatma, gece hayatını ve sosyal sınıf farkını gözlemleme fırsatımız oldu. Babası Şii bir molla olan genç ev sahibimiz Maaz, hem dinî hem de siyasi baskılardan bunalmış tipik fakat kısmen entelektüel bir İran genciydi. Kendisiyle dinler, Şia, Ali Şeriati, Firdevsî, Hafız-ı Şirâzî, Sâdî, Mevlânâ ve İran müziği hakkında uzunca sohbetler ettik. Gece de motosiklet ile birlikte bir Tahran turu yaptık. Ayetullah Hamaney’in oturduğu evi, şehrin merkezinde bulunan eşcinsel parkını, İstanbul’daki Çamlıca’yı andıran ve dünyanın en uzun 4. gökdeleni olan Milad Kulesi’ni, Orta Doğu’nun en uzun üçüncü tüneli olan Tohid Tüneli’ni görme ve içerisinden geçme şansımız oldu. Eşcinsel parkı deyince garip gelebilir fakat Tahran’ın göbeğinde, eşcinsellerin kol gezdiği ve her anlamda rahatça hareket ettikleri bir park mevcut. Anlaşılan o ki -sözde- İslam Cumhuriyeti’nin başkenti Tahran diğer şehirlere nazaran açık ara daha seküler ve “özgür”.

İkinci gün niyetimiz, Tahran’a geliş sebeplerimizden birisi olan Gülistan Sarayı’nı ziyaret etmekti. Burası Tahran’ın en eski tarihi yapısı unvanını taşıyan; UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan; mimarisiyle, süslemeleriyle, havuzlu ve rengârenk bahçesiyle ziyaretçilerini kendisine hayran bırakan; içerisinde barındırdığı eserleriyle de ülke tarihi açısından önem arz eden kıymetli bir yer. Pers kültürü ile Batı mimarisinin bileşiminden meydana gelen ve “Doğu’nun Versay Sarayı” ismiyle anılan bu yapı Tahran’da görülmesi gereken başlıca eserlerden. 

Müze ve saray ile alakalı ayrıntılara geçmeden önce şunu ifade etmeliyim ki giriş fiyatları oldukça pahalı. Özellikle İran’ın diğer müzeleri ile kıyaslandığında Gülistan Sarayı epey tuzlu geldi bize. Fiyatlar İranlılar için elbette ki daha ucuzdu ancak biz yabancıydık. Fakat neden İranlı numarası yapmayalım ki dedik ve bizi misafir eden İranlı Maaz abinin peşine takıldık, ağzımızı açmayacak ve göz teması kurmayacaktık. Böyle şeylerde foyayı ortaya çıkarma ihtimali en yüksek kişi sanırım bendim ve o sebeple en arkada yerimi aldım. Ancak görevli ilk görüşte anladı ve bir arkadaşımın Polonyalı, benim ise Özbek olduğumu söyledi. Dahası, Kürt olan arkadaşımıza da bu Kürt değil dedi :). Hülasa, planlar suya düştü. Artık giremeyiz, boş verelim derken görevli bir kıyak geçip neyse buyurun deyiverdi ve kendimizi Gülistan’ın şahane bahçesinde bulduk.

© acikpencere.com
© acikpencere.com

Gelelim saraya, içeriye girdiğiniz andan itibaren sizi rengârenk ve cıvıl cıvıl bir atmosfer karşılıyor. Nitekim sarayın adının da gülistan olması bir tesadüf değil. Safeviler Dönemi içerisinde inşasına başlanılan saray daha sonrasında Kaçarlar Döneminde büyük bir değişim, tamirat ve yenilenme süreçlerinden geçmiş. Bugün de daha çok Kaçar Hanedanlığı’nın sarayı sıfatıyla anılmaktadır. Aslında ilk olarak kerpiçten bir kale şeklinde inşa edilmiş ancak ilerleyen zamanlarda hem hâkim güçlerin hem de mimari zevklerin değişmesiyle saray da kendisini yenileyerek günümüzdeki hâlini almıştır. Saray, büyük değişim süreçleri ve hükümranlık mücadeleleri geçirse de bünyesinde her birinin izini taşımaktadır. Örneğin; saray duvarları genel olarak turkuaz, sarı, siyah ve beyaz renklerinden oluşuyor. Safeviler Döneminin ana renklerinden birisi olan turkuaz ile Kaçar Hanedanlığı imzasını taşıyan siyah ve sarı renkleri bir araya gelerek ortak kültürü yansıtan bir yapı oluşturmuşlar. 

Tahran’da daha fazla kalmaya niyetimiz yoktu. Bir an önce mollalar ve medreseler şehri Kum’a doğru yola çıkmak istiyorduk. Dolayısıyla Gülistan Sarayı ziyaretinin ardından İslam Cumhuriyeti’nin başkenti Tahran’dan Şii mollaların başkenti Kum’a gitmek üzere hareket ettik… 

(Kum ve Kâşân’ı anlattığım ikinci yazıda görüşmek üzere 👋)

AP Seminerleri: Sadeliğin Sonsuz Derinliği ve Sinema

Yepyeni bir başlıkla karşınızdayız: Sadeliğin Sonsuz Derinliği ve Sinema

Sinema denildiğinde aklınıza ne geliyor? Büyük prodüksiyonlar mı yoksa sadece bir karede gizlenmiş derin anlamlar mı? Bu etkinlikte, sinemanın sadelikten beslenen büyüsünü keşfetmeye hazır olun. Sadelik, bazen derinlikte gizlidir ve sinema, bu gizemi ustalıkla işler.

Abdullah Kasay’ın rehberliğinde, sinemanın sadeliğin ötesindeki derinliklerini keşfedeceğiz. Bir sahne, bir bakış veya bir sessizlik; bazen en sade detaylar, en derin duyguları ve düşünceleri uyandırır. Bu etkinlikte, sinemanın bu inceliklerini birlikte analiz edeceğiz ve bu sanatın nasıl sonsuz bir derinliğe sahip olduğunu göreceğiz.

Unutulmaz bir deneyim için bize katılın! “Sadeliğin Sonsuz Derinliği ve Sinema” konferansı için yerinizi şimdiden ayırtmayı unutmayın. Sizi, sinemanın gizemli dünyasında unutulmaz bir yolculuğa çıkarmak için sabırsızlıkla bekliyoruz.

Not: Etkinliği daha iyi takip edebilmek için “Mükemmel Günler” ve “Arkadaşımın Evi Nerede?” filmlerini izlemenizi tavsiye ederiz.

🗓️ Tarih: 20.05.2024
🕘 Saat: 20.00
🎤 Konuşmacı: Abdullah Kasay
🖋️Moderatör: Enis Tiren

Kayıt Ol

*Açık Pencere bağımsız bir gençlik düşünce ve araştırma kuruluşudur.

100. Yılında Tevhid-i Tedrisat: Getirdikleri Götürdükleri

Açık Pencere* olarak Açık Pencere Seminerleri kapsamında Mayıs ayında düzenleyeceğimiz etkinlikte Tarih direktörlüğümüzde, Akademisyen H. Yusuf Acuner ile bir araya geliyoruz. Bu seminerde günümüzde dahi yürürlükte olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu gündeme getiriyoruz. Yusuf Acuner ile birlikte bu önemli eğitim reformunu “Getirdikleri Götürdükleri” başlığı altında inceleyeceğimiz. Türkiye’nin eğitim sistemine ve tarihine dair bir tartışma ve analiz için kayıt olmayı ve bizi takip etmeyi unutmayın! 🌟

🗓️ Tarih: 9 Mayıs 2024
🕘 Saat: 21.00
🎤 Konuşmacı: H. Yusuf Acuner
🖋️Moderatör: Fatma Nur Gram

Kayıt Ol

*Açık Pencere bağımsız bir gençlik düşünce ve araştırma kuruluşudur.

DNA Nasıl Çalışır: Santral Dogma

Özet   

Hücrenin çekirdeğinde sakladığı bir bilgi yumağı nasıl oluyor da dışarıdaki karmaşık mekanizmaları denetliyor ve kendisinden kat kat büyük bir organizmaya yaşam veriyor? Ebeveynlerimizden aldığımız ve bütün genetik kodumuzu taşıyan DNA’mız her vücut hücremizde eksiksiz bir şekilde paketli bekliyor. Peki, hangi mekanizmalar harekete geçerek paketin yerinden ayrılmadan, yani çekirdekten çıkmadan bütün organlarımızı etkilemesine olanak sunuyor? DNA’nın kendisini kopyalama ve protein üreterek çalışma mekanizmasına moleküler biyolojinin santral dogması denir. Protein ürünlerinin oluşması ve bu sürecin sıkı kontrolü sayesinde sahip olduğumuz genetik bilgiyi kullanabiliriz.

Anahtar Kelimeler: Translasyon, DNA, Santral Dogma, Transkripsiyon

Abstract

How is it that a bundle of information stored in the nucleus of the cell controls the complex mechanisms outside and gives life to an organism many times larger than itself? Our DNA, which we inherit from our parents and carries our entire genetic code, is waiting perfectly packaged in every cell of our body. So, how is it that that package can affect all our organs without leaving its place, that is, without leaving the nucleus? The mechanism of DNA copying itself and working by producing proteins is called central dogma of molecular biology. Thanks to the formation of protein products and the strict control of this process, we can use the genetic information we have.

Keywords: Translation, DNA, Central Dogma, Transcription    

Political Socialization With Its Agents

Abstract

This article provides an overview of political socialization, which is the process of internalizing and acquiring certain knowledge, patterns, beliefs, feelings, and behaviors toward politics. The article discusses the importance of political socialization for modern democracies and explores the influential agents of political socialization, including the family, peer groups, schools, mass media, and religious institutions. The article also discusses primary and secondary political socialization and highlights the role of education in political socialization. Additionally, the article emphasizes the impact of parental education on children’s political upbringing and discusses how peer groups can influence adolescents’ political views. Overall, the text provides a comprehensive understanding of political socialization and its role in shaping individuals’ political identities and behaviors.

Keywords: Political Socialization, Political Identity, Political Behaviors, Democracy,Peer Groups, Mass Media, Religious Institutions

Ali Emîrî Efendi ve Filistin’in İstikbaline Dair İhtarnamesi

Açık Pencere Mart ayında yeni bir Çevrimiçi Seminer ile karşınızda!

Açık Pencere olarak Mart ayı programımızda, kanayan yaramız, dinmeyen gözyaşımız ve insani ve vicdani sorumluluğumuz olan Filistin Devletinin güncel durumunu ele alacağız. Hepimizin cevabını bildiği “Filistinliler Topraklarını Sattı mı?” sorusunun geçmişteki çıkış noktasını, Ali Emîrî Efendi’nin İhtarnâmesi ışığında doğru bir şekilde delillendireceğiz.

Etkinliğimize hepinizi bekliyoruz!

Filistin toprakları, kuruluşundan bu yana İsrail tarafından savaş, sürgün ve soykırımlarla anavatanlarından uzaklaştırma politikasıyla karşı karşıyadır.

1919 yılında, İsrail henüz bir ülke bile değilken, Filistin topraklarının bir kısmının Yahudilere verileceği haberi basında yer alır. Bu haberi duyan Ali Emîrî Efendi, devlet yetkililerine ve hamiyetperver kimselere hitaben bir “İhtarnâme” kaleme alır ve Osmanlı Tarih ve Edebiyat mecmuasında yayınlar.

İhtarnâmede, Emîrî Efendi, Filistin topraklarının Yahudilere verilmesine dair haberlerin gerçek olamayacağını, parayla yazdırılmış propagandadan ibaret olduğunu savunur. Bu durumun gerçekleşmesi halinde, dünya tarihi ve peygamberler tarihinden örneklerle, gelecekte ne kadar vahim sonuçların doğacağını dile getirir.

🗓️ Tarih: 28 Mart 2024
🕘 Saat: 21:00
🎤 Konuşmacı: Doç. Dr. Mustafa Uğurlu Arslan
🖋️Moderatör: Elif Gülsüde Damar

Hemen Başvur!

AP Seminerleri: Sinema 101: Perdenin Ötesine Bakmak

Kalbinde sinemaya dair bir tutku taşıyan ve beyaz perdenin büyülü dünyasına derinlemesine bir bakış atmak isteyenleri ağırlamak üzere yola çıkıyoruz. İlk adımımızı, “Sinema 101: Perdenin Ötesine Bakmak” konferansıyla atmaya hazırlanıyoruz. Bu özel etkinlikte, saygıdeğer Editör/Yazar Abdullah Kasay eşliğinde sinemanın insanı duygusal bir serüvene sürükleyen, düşündüren ve hayal gücünü zenginleştiren sanatsal yönlerini keşfetmeye davetlisiniz.

Tarih: 8 Mart 2024
Saat: 20.00
Konuşmacı: Yazar/Editör Abdullah Kasay
Moderatör: Nurşen Çağlak

Başvuru için tıklayınız.

AP Seminerleri: Ok, Tüfek ve At – 16. Yüzyıl Osmanlı Askeri Devrimi

Şubat ayında genç düşünce ve araştırma dünyasına yepyeni bir pencere açıyoruz! “Açık Pencere Seminerleri” kapsamında, bu ayın konuğu değerli hocamız Doç. Dr. Özgür Kolçak olacak. Tarih tutkunları ve meraklı gençler için kaçırılmayacak bir etkinlik sizi bekliyor.

Bu seminerde, Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyıldaki askeri evrimine/devrimine dair detaylı bir keşfe çıkacak ve bu zengin tarihi dönemi, Özgür Kolçak’ın son kitabı “Ok, Tüfek ve At” üzerinden keşfedeceğiz.

Geçmişten günümüze taşınan bu önemli ilişkileri daha yakından keşfetmek için bizimle birlikte olun! Birlikte tarih kokan bir sohbet için hepinizi bekliyoruz. Gelin, geçmişi keşfedin, geleceğe birlikte yürüyelim! ???? Kayıt olmak için profildeki linki kullanabilirsiniz! ✨

Katılım tamamen ücretsizdir. Google Meet üzerinden online olarak gerçekleşecek bu etkinliği kaçırmayın. Katılımın 100 kişinin üstüne çıkması durumunda etkinlik YouTube canlı yayını ile desteklenecektir.

TARİH: 17 ŞUBAT 2023
SAAT: 21.00
KONUM: GOOGLE MEET

AP Seminerleri: Yeni Bir Dünya’nın Bidayeti: Aksa Tufanı

Açık Pencere Seminerleri’nde Yeni Bir Buluşma:

Açık Pencere Seminerleri’nin Ocak ayındaki ilk konuğu, siyaset bilimci Doç. Dr. Abdulgani Bozkurt olacak. Bozkurt, 6 Ocak 2024 tarihinde saat 21.00’de gerçekleştireceği “Yeni Bir Dünya’nın Bidayeti: Aksa Tufanı” başlıklı konferansında, 2023 yılında İsrail ve Filistin arasında yaşanan ve devam eden Aksa Tufanı‘nın dünya sistemi üzerindeki etkilerini tartışacak.

Peki Aksa Tufan’ı Nedir?

2023 yılında Orta Doğu’yu sarsan ve dünyayı derinden etkileyen bir olay yaşandı: Aksa Tufanı Operasyonu. Hamas tarafından başlatılan operasyonlar, İsrail’in Doğu Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya girişi kısıtlaması ve Filistinlilerin evlerini yıkması gibi eylemlerine tepki olarak gerçekleştirildi.

Saldırılarda, İsrail’in her yerindeki şehirlere binlerce roket atıldı. Roketler, İsrail’in kuzeyindeki Tel Aviv ve Haifa gibi büyük şehirlerini de hedef aldı. Bununla beraber dünyanın en büyük açık alan hapishanesi olan Gazze’nin etrafındaki karakollara eş zamanlı saldılar gerçekleştirildi.

İzzettin El-Kassam Tuğaylarının saldırısına karşılık, İsrail “Demir Kılıç” adı verilen bir askeri operasyonu başlattı. Operasyonda, İsrail ordusu, Gazze Şeridi’ndeki sivil, askeri ve dini birçok yeri hedef gözetmeksizin bombaladı. Ardından başlatılan kara harekatı hala devam etmektedir. İsrail’in saldırıları sonucunda binlerce çocuk ve sivil hayatını kaybetti.

Öte yandan uluslararası toplum, bu krizi durdurmak için çeşitli girişimlerde bulundu. Ancak yaşanan çatışmaların durdurulamaması/durdurulmaması uluslararası sistemin işlevsizliğini gözler önüne serdi. Dolayısıyla Aksa Tufanı, uluslararası sistemin yeniden şekillenmesine yol açabilir. Bu olay, uluslararası toplumun barış ve güvenlik için daha etkin bir rol oynaması gerektiğini gösterdi.

Katılım tamamen ücretsizdir. Google Meet üzerinden online olarak gerçekleşecek bu etkinliği kaçırmayın. Katılımın 100 kişinin üstüne çıkması durumunda etkinlik YouTube canlı yayını ile desteklenecektir.

Hemen Başvur!

AP Seni Bekliyor…

0

Açık Pencere’nın yılda bir kere yapmış olduğu üye/ekip arkadaşı alım formuna hoşgeldiniz! 

Üye alım felsefemize ve kriterlerimize geçmecen önce Açık Pencere’yi bilmeyen veya daha detaylı tanımak isteyenler için kısaca Açık Pencere’yi tanıtalım. 

Gençliğin taze enerjisi ve coşkusuyla şekillenen dünyamızda, Açık Pencere, gençlerin vizyonlarını genişletmek, bilgiyle donatmak ve yeteneklerini en üst düzeye çıkarmak için bir köprü sunuyor. 2021 yılında bir grup gencin hayallerini gerçekleştirmek için bir araya gelmesiyle kurulan Açık Pencere, Türkiye’deki ilk ve tek Gençlik Düşünce ve Araştırma kuruluşudur. Gençlerin akademik ve kültürel açıdan gelişimini hedefleyen Açık Pencere, tamamen gençlerden oluşan bir ekip tarafından yönetilmektedir. Açık Pencere, Türkiye’nin dört bir yanından gençleri online ve yüz yüze eğitim ve etkinliklerle bir araya getirerek, onların ortak bir amaç etrafında buluşmasını ve birlikte büyümesini sağlamaktadır. Tamamen gönüllülerden oluşan ekip, düzenledikleri eğitimlerden ve etkinliklerden ücret almayarak, gençlerin bu fırsatlara erişimini kolaylaştırmayı amaçlamaktadır. 

Açık Pencere’nin üç temel birimi bulunmaktadır:

  • Bilimsel Araştırmalar Koordinatörlüğü
    • Tarih, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Direktörlüğü
    • Sağlık, Doğa ve Mühendislik Direktörlüğü
  • Projeler Koordinatörlüğü
  • Kültür Sanat ve Eğlence Birimi

Bilimsel Araştırmalar Koordinatörlüğünde öğrenciler akademik yazılar yazarak sitede yayınlamakta ve akademik seminer, konferans ve eğitimler organize etmektedirler. Projeler Koordinatörlüğünde ise Erasmus+ başta olmak üzere çeşitli türlerdeki proje yazım eğitimi ve proje organize etme deneyimi kazanmaktadırlar. Şu an kurulma aşamasında olan Kültür Sanat ve Eğlence Birimi ise sinema izleme-eleştirme, edebi okuma ve yazım atölyeleri gibi çeşitli etkinlikler düzenleyecektir.

👀 Peki, Açık Pencere üye alımında nelere dikkat etmektedir??

Açık Pencere, ekibine yeni insanları dahil ederken üye sayısını arttırmaktan ziyade birbiriyle uyum içerisinde çalışacak ve ortak bir hedefe beraber yürüyebilecek yeni “arkadaşlar” edinmeyi amaçlamaktadır. Bu doğrultuda Bilimsel Araştırmalar Koordinatörlüğündeki her iki direktörlüğe maksimum 15’er kişi,  Kültür Sanat ve Eğlence Birimine ise maksimum 10 kişi alınacaktır.

Siz de bu ekibin bir parçası olup akademik, kültürel ve sosyal alanda çeşitli etkinlikler düzenleyerek kendinizi farklı alanlarda geliştirirken aynı zamanda birçok farklı öğrenci ve akademisyenle bağlantı kurabilirsiniz. Aşağıdaki formu doldurarak ekibimize başvuruda bulunabilirsiniz!📝✨

 

AP Seminerleri: Mustafa Alican ile Malazgirt Günlükleri

0

Açık Pencere Seminerleri’nde unutulmaz bir buluşma için yeniden geri sayım başladı! 

Mustafa Alican ile Malazgirt Günlükleri etkinliğimize davetlisiniz!

Bu etkinliğimizde akademisyen, araştırmacı ve Malazgirt Savaşı alanında uzman olan Muş Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Alican, bizlerle olacak. Siz de tarih ve kültür meraklısı gençler olarak, Malazgirt Savaşı’nın izlerini sürmek ve gerçekleri keşfetmek için bu eşsiz etkinliği kaçırmayın!

Bu etkinlikte; Prof. Dr. Mustafa Alican’ın “Malazgirt Günlükleri” isimli eseri üzerinden, savaş alanındaki keşifleri, yerel halkla yapılan sohbetleri ve daha fazlasını içeren bir söyleşi bizi bekliyor.

Moderatörlüğünü Zehra Akarsu‘nun yapacağı etkinliğimize katılmak için hemen kaydolun ve bu derin tarihi yolculukta bizimle birlikte olun! ????

Tarih: 27 Aralık 2023
Saat: 21.00

Akademik Pusula: Mevleviyet Nedir?

Bugünkü kavramımız, mevleviyet. Mevleviyet, Osmanlı devletinde ikiye ayrılmış olan kadılık kurumunun yüksek ayağını ifade eder. Bazı muhit ve şehirlerin Osmanlı yönetimi nezdinde ayrı bir yeri olduğu için oralara hususu ve özel eğitimli kadılar atama usulü benimsenmiştir. Bu özel kadıların sayısı İmparatorluk topraklarıyla eş zamanlı olarak artmış veya azalmıştır. Meşhur mevlevilerin sırası ise biilad-ı hamse yani 5 şehir Edirne Şam, Bursa, Filibe ve Mısır, Haremeyn kadılığı (Mekke ve Medine) ve istanbul kadılı sayılabilir. Bu hafta akademik pusula da mevleviyet kavramını işledik. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

AP Seminerleri: Diyabetli Hasta Eğitiminde Güncel Yaklaşımlar

0

“Açık Pencere Seminerleri: Diyabetli Hasta Eğitiminde Güncel Yaklaşımlar” konulu etkinliğimiz, sağlık bilinci oluşturmayı ve bilgi paylaşımını desteklemeyi hedefleyen önemli bir etkinlikti. 4 Aralık Pazartesi günü saat 20.00’de online platformda gerçekleştirilen etkinlik, katılımcılar arasında büyük bir ilgi gördü.

Uzman Diyetisyen Mücahit Muslu‘nun konuşmacı olarak katıldığı etkinlikte, diyabetli hastaların eğitimi, yönetimi ve tedavi süreçleri üzerine güncel yaklaşımlar ele alındı. Diyabetin sağlık üzerindeki etkileri, hasta eğitiminin önemi ve etkili tedavi yöntemleri detaylı bir şekilde katılımcılara aktarıldı.

Online platform üzerinden gerçekleştirilen etkinlik, katılımcıların interaktif bir ortamda bilgi alışverişinde bulunmalarına olanak sağladı. Katılımcılar, konuşmacıyla etkileşime geçerek sorularını sorma fırsatı buldu ve diyabet konusundaki bilgi düzeylerini derinleştirdiler.

Etkinlik, sağlık konusundaki farkındalığı artırmak ve katılımcıların diyabet konusunda güncel ve etkili bilgiler edinmelerine olanak sağlamak amacıyla düzenlenmişti. Bu çerçevede, Açık Pencere Seminerleri’nin sağlık alanında farkındalık oluşturma hedefi doğrultusunda önemli bir adım atılmış oldu.

AP Seminerleri: Osmanlı-Safevi İlişkileri

Açık Pencere Seminerleri: Osmanlı-Safevi İlişkileri” konulu etkinliğimiz, tarih meraklıları ve genç düşünürler arasında büyük ilgi uyandırdı. 27 Ekim Cuma günü saat 21.00’de Google Meet üzerinden online olarak gerçekleşen etkinlik, Osmanlı ve Safevi İmparatorlukları arasındaki ilişkilere odaklandı.

Doç. Dr. Murat Alanoğlu‘nun konuşmacı olarak katıldığı etkinlikte, Osmanlı-Safevi ilişkilerinin derinliklerine inildi. Bu ilişkilerin tarihsel, siyasi ve kültürel boyutları detaylı bir şekilde incelenerek, bu iki büyük imparatorluğun etkileşimleri ve bölgenin tarihindeki yansımaları katılımcılara aktarıldı.
Moderatör Zehra Akarsu’nun yönettiği etkinlik, katılımcıların interaktif bir şekilde soru sormasına ve konuşmacıyla etkileşime geçmesine olanak sağladı. Özellikle, Osmanlı-Safevi ilişkilerinin bölgenin tarihindeki önemini anlamak ve bu ilişkilerin Orta Doğu ve Anadolu’nun siyasi ve kültürel dinamiklerine nasıl yansıdığını keşfetmek isteyen gençlerin ilgisini çekti.

AP Akademik Yazım Atölyesi

0

Fen ve Sağlık Bilimlerine Yönelik Akademik Yazım Atölyesi Başlıyor!

Gençler, akademik yazma yeteneklerinizi geliştirmek için hazır mısınız?

Eğer Sağlık veya Fen Bilimleri senin ilgi alanındaysa ve yazmayı seviyorsan, bu fırsatı kaçırma! Açık Pencere Gençlik ve Düşünce Kuruluşu olarak senin için düzenlediğimiz “Fen ve Sağlık Bilimlerine Yönelik Akademik Yazım Atölyesi” başlıyor.

Neler öğreneceksin?

– Makale yazma için gerekli temel bilgi ve beceriler,
– Fen ve Sağlık Bilimleri alanlarına özgü yazım kuralları,
– Orijinal araştırma yapma ve literatür taraması,
– Mentör gözetiminde akademik makale yazım tecrübesi ve çok daha fazlası…

Tolga hocamızın öğrencilerle bire bir ilgileneceği ve eğitim boyunca bir tane akademik metin yazacağınız bu atölyeyi kaçırmayın. Katılımcılar atölyenin ilk 5 haftasında teorik eğitim alacak ardından edindikleri bilgi ve becerileri 2 haftalık boş zaman içerisinde bir akademik metine dünüştürecekleridir. Daha sonrasında bu metinler hocamız Tolga Mercantepe tarafından kontrol edilecek ve gerekli eleştiri ve yorumlar yapılacaktır. Başvurular 25 Eylüle kadar açık! Kayıt olmak için doğrudan profilimizdeki kayıt formunu doldurabilirsiniz. Daha detaylı ilgi almak için ise bize instagram DM atabilirsiniz. Kontenjanın kısıtlı olduğunu unutmayın!!!

Tarihler: 2 Ekim – 4 Aralık 2023 (Her Pazartesi ve Çarşamba)

Eğitmen:Doç. Dr. Tolga MERCANTEPE

Konum: Online (Google Meet) 

Ücret:Atölyemiz tamamiyle ücretsizdir.

Önemli Not: Kontenjan sınırlı olup katılan her katılımcı ve yazılan her makale ile hocamız tek tek ilgileneceği için programın ilk 5 haftalık sürecinde bir seferden daha fazla devamsızlık yapan arkadaşların makaleleri değerlendirilmeyecektir. Ancak bu arkadaşlar atölyeye devam edebilir ve derslerin sonuna kadar katılabilirler. Başarıyla yazılan makaleler Açık Pencere sitesinde yayınlanacaktır

Akademik Pusula: Cebelü Nedir?

Bu hafta ele alacağımız kavramımız Cebelü. Moğol dilinde silah ve zırh anlamlarına gelen cebe kelimesinden türeyen Cebelü, kısaca Osmanlı Devleti içerisinde tımar sahiplerini sefere götürmekle yükümlü oldukları tam teçhizatlı ve ordu içerisinde azımsanmayacak bir nüfusa sahip süvari birliklerdir. Toprağı işleme hakkını elinde bulunduran tımar sahipleri buna mukabil olarak sefer sırasında savaşa gitmek ve yanlarında muayyen nispetle Cebeli götürmekle mükelleflerdi. Delik sahiplerinin cebeliği çıkarma mükellefiyetleri dirliklerinin gelirine göre değişmekteydi. İkinci Mehmet döneminde Fatih kanunnamesiyle standart hale getirilen cebeli miktarları bunun öncesinde dönemsel olarak da farklılık arz etmekteydi. Osmanlı Devleti oluşturulan bu askeri ve ekonomik yapı ile uzun süre asker tedariğinde ve toprak işletiminde sıkıntı çekmemiş, kendisini mühim bir dertten kurtarmıştır. ???????? Bu hafta akademik kutsalda ele aldığımız kavram Cebelü’ydi. Bir dahaki bölümde görüşmek üzere. ????????

AP Seminerleri: İklim Krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı

Açık Pencere Seminerleri: İklim Krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı adlı etkinliğimiz, çevre bilincini artırmak ve iklim krizine dikkat çekmek amacıyla düzenlenmiş önemli bir etkinlikti. 15 Eylül Cuma günü saat 21.00’de gerçekleştirilen etkinlik, katılımcılar arasında büyük bir ilgiyle karşılandı.
Seminer, iklim krizi konusunda farkındalık oluşturmayı ve çözüm arayışlarını desteklemeyi amaçlıyordu. Kimyager ve Sürdürülebilir Yaşam Danışmanı Fatih Küçükuysal’ın konuşmacı olarak katıldığı etkinlik, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın iklim krizine olan etkilerini ve gençlerin bu bağlamdaki rolünü ele aldı.

Konuşmacı, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın iklim krizini nasıl ele aldığını, bu bağlamda ortaya konan hedefleri ve gençlerin bu süreçteki potansiyel rollerini detaylı bir şekilde katılımcılara aktardı. Ayrıca, sürdürülebilirlik konusunda pratik öneriler sunarak gençlerin bu alandaki etkinliklerini artırmalarına destek oldu.

Etkinlik, katılımcıların interaktif bir şekilde konuşmacıyla etkileşime geçebilmesine olanak sağlayarak, soru-cevap oturumları ve örneklerle desteklenmiş bir sunum şeklinde ilerledi. Katılımcılar, etkinlik boyunca çeşitli konuları tartışma fırsatı buldular ve iklim krizi konusundaki bilinçlerini derinleştirdiler.

Film İzleme ve Okuma Atölyesi III 

0

????Açık Pencere’den Herkese Merhaba!!! ????

“Açık Pencere” ve “İstanbul Artistic Movement” olarak sizleri 29 Temmuz saat 18.00’de muhteşem bir etkinliğe davet ediyoruz: “Atölye Üsküdar”’da gerçekleştireceğimiz Film İzleme ve Okuma Atölyesi 3’e davetlisiniz!

Bu özel atölye etkinliğimizde birlikte “Nightcrawler” filmi üzerine Yazar Haris Şerif Bahadır ile keyifli bir sohbet gerçekleştireceğiz. “Nightcrawler”, yoğun gerilimi ve etkileyici hikayesiyle adeta izleyiciyi ekrana kilitleyen bir yapım! Gelmeden filmi izlemeyi unutmayın!!!

Etkinliğimize katılım ücretsizdir, sadece yerimizin sınırlı olduğunu unutmayın. Eğer sinema ve sanat dünyasına dair ilginç tartışmalar yapmak ve yeni insanlarla tanışmak istiyorsanız, kesinlikle kaçırmamanız gereken bir etkinlik! Kayıt formuna profildeki linkten ulaşabilirsiniz!!!

???? Etkinlik Yeri: Atölye Üsküdar, İstanbul
???? Tarih: 29 Temmuz
???? Saat: 18.00
????Kayıt Formu: Profilde

Unutulmaz bir film deneyimi ve sanat dolu bir akşam için hep birlikte “Atölye Üsküdar”’da buluşalım! Etkinlikle ilgilenen arkadaşlarınızı da yorumlara etiketlemeyi unutmayın ve birlikte harika bir zaman geçirelim! ????

Birlikte Okuma Seminerleri: Âkif Emre, İslâmcılık ve Eleştiri Kültürü

Açık Pencere, yazar Hatice Ebrar AKBULUT ile “Birlikte Okuma Seminerleri: Âkif Emre, İslâmcılık ve Eleştiri Kültürü“ başlıklı seminerine davet ediyor. Bu seminerde, Âkif Emre’nin İslâmcılık ve eleştiri anlayışını keşfetmek için Ankara’da bir araya geliyor.

16 Temmuz 2023 tarihinde tek bir oturumda yüz yüze gerçekleştirilecek olan seminerimizde, Âkif Emre’nin edebiyat, şiir ve romanı düşünce zemininde ele alışına değinerek edebiyat ve düşünce ilişkisini konuşacağız. Kontenjanımız dolmadan hemen başvur. Detaylı bilgi ve başvuru için acikpencere.com internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz.

Unutmayın, adımlarınızla başlayacak olan bu yolculukta sizi bekleyen birçok keşif var!

AP Seminerleri: Sıfır Atık ve Sürdürülebilir Yaşamlar

0

Açık Pencere Seminerleri: Sıfır Atık ve Sürdürülebilir Yaşam” başlıklı etkinliğimiz, çevre konularına duyarlılık oluşturmayı amaçlayan önemli bir adım olarak gerçekleşti. 22 Haziran’da, çevrimiçi platformda düzenlenen etkinlik, katılımcılar arasında büyük bir ilgi gördü.
Seminerde, çevre sorunlarına dikkat çekmek ve sürdürülebilir yaşam konusunda farkındalık yaratmak hedeflendi. Moderatörlüğünü Elif Gülsüde Damar’ın yaptığı etkinlikte, konuşmacı olarak Fatih Küçükuysal hocamız katılımcıları çevre dostu yaşam tarzları, sıfır atık ve bu konudaki pratik çözümler hakkında bilgilendirdi.

Etkinlik, çevre sorunlarının günümüzdeki önemine vurgu yaparak, sıfır atık ve sürdürülebilir yaşamın ne kadar kritik olduğunu katılımcılara aktardı. Konuşmacının sunumuyla beraber interaktif bir ortamda gerçekleşen etkinlik, katılımcıların sorularına cevaplarla ve örneklerle desteklenen bir şekilde ilerledi.